Petra Antik
Kentinin Tarihi
Petra antik
kentine ait ilk kalıntılar yaklaşık MÖ
10.000’e tarihlenen üst paleolitik döneme ait kaya sığınağıdır. Yaklaşık MÖ
5000 yılına tarihlenen Neolitik dönem köy kalıntıları ortaya çıkartılmıştır.
Petra bölgesi Eski Ahit’te MÖ 1200 civarında erken Demir çağında Edom(kırmızı) olarak geçer. Petra ilk
defa tarihsel kaynaklarda MÖ 647 yılında Asur Krallığının düşmanları arasında
sayılır ve kent bu şekilde yazılı tarih sahnesine çıkar.
MÖ 4 – 6
yüzyıllarda Arap Yarımadasının kuzey kesiminde yaşayan göçebe Nebati kabilesi,
güneyde Edomluların kontrolünde bulunan kumtaşı kayalıklardan oluşan Petra
bölgesini yavaş yavaş ele geçirdi. Petra kenti aynı zamanda Musa Peygamberin
vadisi anlamına gelen Wadi Musa’nın başında
yer alır ve Musa Peygamberin burada asasını yere vurarak yerden su fışkırdığına
inanılan kutsal yerlerdedir. Aynı bölge Nebatiler döneminde kutsal tanrı olarak
inanılan Dushara kutsal alanı olarak da saygı duyulan yerlerin başında
gelmiştir.
MÖ 1200 yılından sonra sürekli yerleşim bulunan
Petra Antik Kenti antik kervan yollarının üzerinde bulunması, kumtaşı kayaların
doğal bir savunma sistemi oluşturması, insanların antik çağa göre çok üstün bir
mühendislik bilgisi ile yapılmış olduğu kanal sistemi ve baraj sayesinde
istikrarlı su kaynaklarının bulunması, Nil vadisi gibi zengin tarım alanlarına
yakın olması ve hayvancılık açısından uygun konumda bulunması nedeniyle uzun
süre tarih sahnesinden silinmemiş ve günümüzde Dünyanın Yeni Yedi Harikasından biri olarak anılmasına neden olan başyapıtların
ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Petra antik
kentinin parlak dönemlerini yaşamasının ve zenginliğe ulaşmasının temel nedeni
antik çağda çok kritik iki ticaret
yolunun kesişme bölgesinin çok yakınında olmasıdır. Akdeniz’i yani Eski
Yunan ve Roma İmparatorluğunu, Fars coğrafyasına yani Hindistan ve Çin’e (İpek
ve Baharat Yolu) bağlayan antik ticaret yolu ile Kızıldeniz ve Suriye’yi
birbirine bağlayan yani Anadolu ve Mezopotamya topraklarını Mısır ve Kenan’a bağlayan
ticaret yolu Petra Antik Kentine yaklaşık 20 km uzaklıkta kesişiyor ve bu
yollar kentin zenginliğine zenginlik katıyordu. Gerçi Nebatiler ilk dönemlerde
antik çağ ticaret kervanlarını yağmalamışlar ancak zamanla kervanların
güvenliğini sağlamak için vergi toplayarak şehri bir ticaret merkezi haline
getirmişlerdir. MÖ 2. Ve 3. Yüzyıllarda
şehir kervan ticaretinin zengin ve güçlü bir merkezi haline gelmiştir. Bu
zenginlik sayesinde Nebatiler MS 106
yılına kadar yani yaklaşık 400 yıl boyunca Petra’nın yumuşak kumtaşı kayalarına
anıt mezarlar, görkemli tapınaklar, kaya mezalar, evler, ticarethaneler inşa
etmişlerdir. Başlangıçta daha çok Mısır ve Asur etkisinde yapılar inşa etseler
de, sonrasında eski Yunan ve Roma etkisinde kalmış kendilerine özgü mimari
eserler vermişlerdir. Bu yapıtların çok büyük bölümü günümüze kadar ayakta
kalmıştır. Bu eserlerin günümüze kadar korunmasının temel nedeni bölgenin çok
az yağmur almasıdır. Eğer bölge yağışlı bir yerde olsaydı kayaya oyulmuş
eserlerin büyük bir bölümü suyun etkisiyle ufalanır ve yok olurdu.
MS 106 yılında
Nebati Krallığı Roma İmparatorluğunun kontrolüne girmiştir. Roma döneminde
birkaç yüzyıl daha Petra antik kentine çok sayıda yapı ve kaya bir yamaca 8000
kişilik bir tiyatro inşa edilmiştir. MS
324 yılında Roma İmparatoru Konstantin’in Roma İmparatorluğunun dini olarak
Hristiyanlığı seçmesi ile birlikte şehir Hristiyanlaştırılmış ve Nebati kültürü
büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Sonraki 300 yıllık dönemde kent Bizanslıların
egemenliğine girmiştir. Semaverler türbesinde bulunan bir yazıtta 5. Yüzyıla
kadar kentte bir piskoposluğun bulunduğu sonrasında Hristiyan kilisesine
dönüştürüldüğü tespit edilmiştir.
Nebati kültürünün
Hristiyanlık ile birlikte ortadan kalktığı şehir, ticaret yollarının değişmesi
sonrasında altın çağlarının gerisinde kalmıştır. İslam dinin ortaya çıkması ile
birlikte şehir yavaş yavaş İslam güçlerinin kontrolüne girmiştir. 7. ve 8.
Yüzyılda meydana gelen depremler sonrasında şehir çöküş dönemine geçmiştir.
Sırasıyla 661 yılında Emevilerin, 750 yılında Abbasilerin kontrölüne
giren kent önemini iyice yitirmiştir. Bu dönemden sonra yalnızca 12. Yüzyılda
şehre önemsiz bir haçlı kalesi inşa edilmiştir. Sonrasında şehrin tamamen terk
edildiği gözlenmektedir.
Yerel halk
tarafından bilinmesine rağmen antik kentin tarih sahnesine yeniden çıkışı 1812 yılında gerçekleşmiştir. İsviçreli
maceraperest Johann Burckhardt akıcı
Arapçası ve Müslüman görüntüsü ile Ortadoğu’da geziler yapan bir kâşifti. Şam’dan
Kahire’ye giden ve az bilinen bir yol üzerinde yolculuk yaparken çöl
bedevilerinden hiçbir Avrupalının görmediği Sharra Dağlarında görkemli bir
antik kentin bulunduğuna dair hikâyeler dinledi. Hikâyedeki antik kente
ulaşması çok kolay olmadı. Çünkü antik kente bir yabancı olarak gitmesi çok
kolay değildi. Yerel halk antik kent çevresinde Musa Peygamberin kardeşi Harun’un
(Aaron) mezarının olduğuna inanıyordu. Oda bu bilgiyi kullanarak Musa
Peygamberin kardeşi Harun’un (Aaron) mezarına kurban adamak istediğin söyledi.
Bu olayı gerçekleştirmek için yerel halktan bedeviler kiraladı ve kurbanla
birlikte yola çıktı. Yerli bedevilerin yol göstermesiyle uzun süre dar bir
vadide ilerleyen grup maceraperest Johann Burckhardt’ın Dünyanın Yeni Yedi
Harikası arasında sayılan Petra Antik kentini “yeniden keşfetmesini”
sağladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder